BÖYLE BİR YAZI İLK
DEFA YAZILIYOR...
Kısaca PETROL ve
TPAO’NUN BAŞINA GELENLER (1)
Halit Edip ÖZCAN
Petrol Kelimesi
Nereden Gelmektedir?
Petrol sözcüğü, Yunanca ve Latince'de taş anlamına gelen
petro ile yağ anlamına gelen oleum sözcüklerinden oluşmuştur; Petroleum.
Petrol Nasıl
Oluşmuştur?
600 milyon ve daha öncesinde yaşayan genellikle tek
hücreliler ve deniz kabuklularından oluşan canlıların herhangi bir şekilde toprak altına sürüklenmesi ve orada birikmesiyle oluşmuştur. Toprak
altına sürüklenen ve orada biriken bu ölü tek hücreliler ve deniz kabukluları
üzerine katman katman kum, çakıl, kaya vs
birikmeleri olmuştur (sedimantasyon). Biriken
bu tek hücreli hayvanlar ve deniz kabukluları aradan
geçen 100-150 milyon içinde zamanla üzerlerine binen basınç ve yerküre ısısı
ile çürüyerek- bozularak büyük bir kısmı petrol, bir kısmı ise gaz haline dönüşmüşlerdir.
Petrol yeraltında göl-dere-nehir şeklinde mi bulunur?
Kesinlikle hayır. Bir
sünger parçası düşünün. Bunu suya batırın. Sünger suyu gözeneklerinde
tutacaktır. Sünger kaya, su ise petroldür, bunu böyle farzedin.
Komşularımızda petrol
var. Ülkemiz petrol ülkeleri ile çevrili. Niye bizde petrol yok? Veya,
Türkiye’de petrol var mı yok mu?
Her ne kadar arap ülkelerindeki bol petrol oluşumuna ve
kapanlanmasına neden olan jeolojik yapılanma ülkemizde olmamasına
rağmen ülkemizde petrol oluşumuna uygun
26 adet havza vardır ( sedimanter havzalar).
Ülkemizde ‘petrol var mı, yok mu’ sorusuna cevap verebilmek
için, bütün bu havzaların çok yoğun bir
şekilde didik-didik aranması gerekmektedir.
Bu havzalar enine boyuna, yoğun bir şekilde arandıktan sonra “ burada bu
kadar petrol var veya yok” denilebilir.
Petrol arama çalışmaları, şu ana kadar Güneydoğu (ancak %20), Adana, Trakya (ancak
%17) basenlerinde (havzalarında) yoğunlaşmıştır. Diğer geri kalan basenlerde
(ancak %5) açılan çok az sayıdaki kuyu ve yapılan arama çalışmaları, bu basenlerde “petrol var
mı, yok mu?” sorusuna henüz cevap
verecek durumda değildir.
Bir havzada (basen) petrol var mı, yok mu sorusuna, o
basende açılacak yüzlerce kuyudan gelecek
olan sonuçların değerlendirilmeleri
sonucuna göre cevap
verilebilir.
Ülkemiz yeteri kadar
aranmamış mıdır?
Hayır, ülkemiz yeteri kadar aranmamıştır. Aşagıda verilecek olan mukayeseli bilgi sizlere bu
konudaki yeterli bilgiyi vermiş olacaktır.
Romanya’nın yüzölçümü
237.500 km2 dir. Türkiye ondan 3.2 kat daha büyük olup 780.580 km2 dir.
Romanya’da bu güne kadar açılan sayısı
45.000 ( kırkbeşbin)’ni geçmiş 50.000 lere gelmiştir. Türkiye’de açılan kuyu sayısı ise , 2008 yılı sonu
itibariyle, sadece 3500 (üçbinbeşyüz)
dür.
ABD ‘de ise bir ayda ortalama 1000-1100 adet kuyu
açılmaktadır.
Özetle; ülkemizde
yeterli petrolün olup-olmadığı ancak
50 - 60.000 kuyu deldikten sonra söyleyebiliriz.
Yabancılar, geliyorlar
petrolü buluyor ve daha sonra kuyuyu civa ve tapa ile kapatıp
gidiyorlar. Bu doğru mu?
Yıllardır halkın ağzında olan bu söylenti, asılsızdır. Eğer delinen bir kuyuda petrol varlığı
görülürse, petrolün ne kadar olduğu,
işletmeye değer bir miktarda olup olmadığını belirlemek için çalışamalar
yapılır. Bu çalışmalar sonucunda bir karara ulaşılır. Bilindiği üzere her ticari şirket olarak kâr-zarar ekseninde çalışır. Bile bile
zarar eden bir şirket olabilir mi? Petrol aramacılığı da bir ticari oluşumdur.
Kim zarar etmek ister ki? Eğer bulunan petrol ticari değilse,astarı yüzünden
pahalı ise, o kuyu işletmeye alınmaz. Ancak; ülkemizin petrol sektöründeki “Amiral
Gemisi” ulusal kuruluş Türkiye
Petrolleri A.O zamanla üretim miktarı
düşen kuyuları az zararına da olsa- ben buradan 10 varil bile petrol üretmezsem, bu 10 varil petrolü dışarıdan almak zorunda kalacağım.
Üstelik yapılan masraflar, dışarıya gideceğine, emek-iş-enerji masrafları
olarak ülkem dahilinde kalmış olur- mantığı ile davranarak, üretim kuyularından
sonuna kadar faydalanmaya çalışır. Yerli özel ve yabancı petrol şirketleri için bu geçerli değildir. Bu
şirketler, gayet haklı olarak, kuyu ekonomik olmaktan çıktığı an üretimi
keserler.
Bunun yanısıra, iş sadece petrolü yerin 2000-3000 metre
altında bulmak ile bitmez. Derinlerdeki o petrolün yüzeye çıkarılması, yüzey
tesisleri ve petrolü nakletme sorunları gündeme gelir. Yüzey tesisleri, boru
hatları ve ilgili diğer tesisleri kurmak için ayrı yatırımların yapılması
gerekir, bu da o kadar ucuz değildir.
Terk edilen her kuyu, kanun gereği, ağzı çelik tapa ve
çimento ile kapatılır. Sondaj yaptığınız yeri, bağı, bahçeyi, tarlayı alındığı şekilde bırakmanız gerekmektedir.
Aksi halde PİGM VE yasa önünde suçlu duruma düşer, tarla sahibine çok yüklü bir tazminat öder,
çevreci grupların da şimşeklerini üzerinize çekersiniz.
Kuyu çapı yaklaşık 60 cm, derinliği ise ortalama 1800 metre
( 1.8 km) dir. Farz edelim ki kuyunun üstü kapatılmadı. O çukura bir hayvan,
bir insan düşse ne olur? Düşünmesi bile
ürkütücü.
Civa ile
kapatıyorlar.
60 cm
çapında, 1800 metre
derinliğindeki bir kuyuyu civa gibi pahalı bir element ile doldurup kapatmak
hiç de akıl kârı bir iş değildir. Civaya
verilecek para ile yeni bir kuyu daha açılır. Bu söylentinin de aslı-astarı
yoktur.
Benim tarlamda petrol
bulunursa...?
Yasalar gereği
toprağın 60 cm altı devlete aittir. Buna bağlı olarak , devlet o
maden veya petrol ruhsatını kime vermiş ise, toprağın 60 cm den altı o
şirkete aittir? Tarla-arsa sahibinin
zararı olmayacak şekilde, bilirkişinin
belirleyeceği bir tazminat tutarı tarla-arsa sahibine ödenir.
Köydeki derede petrol
var, kayanın altından veya topraktan
petrol sızıyor. Burada petrol var mı?
Yerin altından, bir şekilde kaçıp gelen ve yüzeye çıkan bu sızıntılar, o bölgede veya havzada bir petrol uluşumunun
varlığı ortaya koyar. Ancak yüzeydeki bu petrolün nerede oluştuğu (ana kaya) ve
oluştuğu yerden nasıl ve nereye göç ettiğini (rezervuar kaya) araştırmak gerekir.
Bu çalışmayı jeologlar yapar. Bazı yerbiliciler şöyle der; “ Eğer bir yerde bir
gram petrol üremiş ise bunun daha fazlası , niçin üremiş olmasın?”
Petrol aramaları
pahalı mıdır?
Sondaj öncesi yapılan jeoloji çalışmalarında, bir jeologtan
oluşan jeoloji ekibinin 1 aylık maliyeti ülkemizde 15.000 (onbeşbin) ABD
dolarıdır. Bir saha jeologu, 1 arama ruhsatı için saha çalışmasını, yaklaşık 30-40 gün arasında
tamamlayabilir. Saha çalışmasını tamamlayan jeolog daha sonra
ofiste çalışmalarına devam eder.
Jeolog ve jeofizikçilerden oluşan yerbilimciler bilgi ve
tecrübelerini projenin jeolojik ve
jeofizik verileri üzerinde yoğunlaştırıp, ortak bir çalışma yaparak, sismik
kesitler üzerinde bir çok senaryolar üretirler. Bu senaryoların içinde
ihtimallerin en yüksek olduğu noktaya kuyu açılmasını önerirler. Bu öneriyi,
yerbilimcilerden oluşan bir konseye en detayına kadar anlatırlar. Sorulan
sorulara cevap vererek, tartışarak konseyi önerdikleri kuyunun delinmesini
yönünde ikna etmeye çalışırlar
Petrol aramacılığının en önemli unsuru olan sismik saha çalışmalarında, 2 boyutlu
(2D) sismiğin bir kilometresi ülkemizde 6.000 ile 15.000 ABD doları
arasındadır. Özel durumlarda sınırlı bir
sahayı daha iyi anlayabilmek ve yerin altını daha iyi görmek için yapılan 3 boyutlu (3D) sismik çalışmanın
1 kilometresi ise 12.000-18.000 ABD doları arasındadır.
Ülkemizin petrol sektörünü denetleyen Petrol İşleri Genel
Müdürlüğü (PİGM) 1 petrol arama ruhsatının
alanını en fazla 50.000 (ellibin) hektar olarak sınırlamıştır.
20 x 25 km boyutlarında olan 50.000 hektarlık bir ruhsatta, ilk önce kaba
olarak (rejyonal) en az 100-150 km 2B sismik yapılır. Daha sonra gelişen teknik istekler nedeniyle
bu sismik çalışma hem 2B hem 3B olarak yüzlerce kilometreyi bulabilir.
Petrol aramacılığının en pahalı operasyonu olan sondajın
ülkemizdeki maliyeti, teknik bir sorun çıkmaz,
herşey yolunda giderse, 1 metre için
yaklaşık 1.000 ABD dolarıdır. Ancak 3.500 metre sonrası için bu rakam
metre başına 1.500-3.000 ABD dolarına kadar çıkabilir. Bir yandan 1.200
metrelik, bir yandan 5.000 metrelik kuyular delinirken, ülkemizdeki ortalama
sondaj derinliği 2.000 metre olarak kabul edilebilir.
Kısaca; Türkiye’de karada 2.000 metrelik bir kuyu delmek
isteyenler en az 2.5 milyon doları
ceplerine koymak zorundadırlar.
Denizlerde yapılan sondaj ise, deniz derinliğine bağlı
olarak jack-up ile 10 milyon, sondaj gemisi ile 30-40
milyon dolara hatta daha da üstüne çıkabilir.
Daha önce aranmamış basenlerde açılan arama ( wildcat)
kuyularında, dünya standartlarında kabul edilen başarı oranı onda birdir. Yani
10 arama kuyusundan
9’u kuru çıkar, 1’i petrollü çıkarsa ‘başarılı’ sayılırsınız.
Ancak gelişen teknolojinin, özellikle yorum sistemlerindeki son
gelişmelerin, başarı oranını 7’de 1’e
düşürdüğü söylenmektedir.
1986-1989 yılları arasında TPAO’nun başarı oranı 10’da 5 ila
7 arasında idi.
Durum böyle iken
neden petrolü bulamıyoruz?
Ve Türkiye Petrolleri
A.O’nun Başına Gelenler.
Eskiden günümüze, 1944-1950 arası hariç, TC Hükümetlerinin petrol ve enerji politikası
olmadığı, her yıl yapılan petrol kongrelerinde defalarca dile getirilmiştir. Bütün ülkelerce çok ciddiye alınan dünyanın en
stratejik maddesi olan ve uğruna sınırların değiştiği hidrokarbon varlığı
( petrol ve doğal gaz) için gerekli olan enerji ve petrol politikasının,
ülkemizde günlük olarak uygulandığı,
uzmanlarca belirtilmekte ve kongre gibi teknik toplantılarda sık sık
vurgulanmaktadır.
Geçerli olan Petrol Yasamız, 1954 yılında o zamanın
şartlarına uygun olarak hazırlanmış, ufak revizyonlara uğrayarak günümüze kadar gelmiştir.
Ülkemizdeki
hidrokarbon aramalarında son yıllarda görülen zayıflığın bir nedeni de, ülkemizdeki
petrol sektörünün gerekli alt yapısını
oluşturan, rafineri, boru hatları, petrokimya, gemi taşımacılığı gibi son
derece önemli tesisleri, kendi iş gücü, parası, emeği ve projeleri ile hayata
geçiren, son derece stratejik bir kurum
olan Türkiye Petrolleri A.O’na (TPAO) 1990 yılından ititbaren, siyasetçilerin
yönetim kadrolarına gözle görülür ve hissedilir şekilde müdahale etmeleridir. Bilindiği
üzere İpraş, Kırıkkale Rafinerisi, Aliağa Rafinerisi, Petkim, İpragaz ve Botaş,
TPAO tarafından kurulmuştur. Bu tesislere bir bakıldığında, TPAO’nun geçmişte
ne kadar başarılı işler yaptığı açıkça görülebilir.
Eğer bu ülkede petrol bulunacaksa , bunu en hızlı, en geniş
ölçekte ancak TPAO yapabilir. Teknik bilgi, teknik kapasite, arşiv zenginliği,
zengin yerbilimci kadrosu, zengin tecrübe,
eksiksiz yorumlama sistemleri, makine - teçhizatı ve geniş olanakları
ile milli kuruluş bu sorunun üstesinden gelebilecek düzeydedir.
Ne oldu da böyle oldu?
Halit Edip Özcan’ın
Kişisel Yorumu
TPAO’nun organik yapısı, bilinçli olarak, değiştirildi.
Büyük petrol şirketlerinin, özellikle milli petrol
şirketlerinin değişmez bir yapıları vardır. Bu ortak yapı şöyledir; petrol
aramacılığı pahalı ve riskli bir iş olduğundan,
rafineri, boru hatları, satış istasyonları, petrokimya vb gibi bir çok
kâr getiren ve zarar etmesi imkansız olan alt işletmelerden gelen gelirin bir
kısmı arama yatırımlarına aktarılır. Günün şartlarına uyan ve kendini
yenileyen rafineri, boru hatları ve
satış istasyonları hiç bir zaman zarar etmez. Petrol fiyatları ne kadar yüksek
olursa olsun, rafineriye, boru hattına ve pompaya giren petrol, işletme ve
taşıma kârı üzerine eklenerek rafineriden, boru hattından, pompadan akar ve
tüketiciye ulaşır. Tüketici de bu mamulü
hangi fiyatta olursa olsun almak zorundadır.
Ülkemizde pek tanınmayan ancak dünya çapında dev bir petrol
şirketi olan Rusya milli petrol şirketi LUKoil, bu konuda alınacak en iyi örnektir.
LUKoil, petrol sektörünün tüm alanlarında faaliyet gösterirken, aynı zamanda
gemi taşımacılığı, gemi yapımcılığı, altın işletmeciliği, inşaat işleri vb.
gibi işleri de yapar. Böylece, petrol aramacılığına ek mali kaynak temin eder.
Komünist ve sosyalist olarak bilinen bir ülkenin milli
petrol şirketi bu şekilde yönetilirken,
demokratik bir cumhuriyet olan
Türkiye’nin milli petrol şirketi olan TPAO’nun bu günkü durumu ise LUKoil’e hiç benzememektedir.
TPAO’nun günlük hidrokarbon üretim miktarı TPAO’nun web
sayfasından öğrenilebilir. Bu günlük üretimi o günkü petrol fiyatı ile çarpın,
elinize geçen rakam, TPAO’nun hergün Hazine’ye kazandırdığı dolar miktarıdır.
Buna karşın
bir kamu kuruluşu olduğundan, yıllık bütçesini ETK Bakanlığına, DPT’ye, Hazine’ye sunar, yatırımlarını
açıklar. Meyva-sebze ihracatına, tekstile, haklı olarak, bir sanayi gibi gören devletin, nedense, dünyanın en
önemli maddesi olan milli petrolü bir
sanayi olarak görmemesi ve ona yeteri kadar önem vermemesi konusu, son ulusal petrol
kongresinde ( Mayıs 2009) tebliğlerde
yer almıştır.
ETK Bakanlığı’nda, DPT’de, Hazine’de ve TBMM’de petrol
kökenli olup, petrolcülüğü anlayacak, petrolcüyü anlayacak kimse yoktur. Onlar için TPAO bütçesi demek “ mutlaka tenkisata uğratılması gereken” bir
bütçe demektir. TPAO 1980 yılından itibaren hep bunun sıkıntısını çekmiştir.
Ancak geçen son 3 yıl içinde TPAO’nun istediği bütçeye kavuştuğu
bilinmektedir. İstenen bütçenin alınması ile TPAO, yakın bir gelecek içinde bunun meyvalarını
ülkeye sunabilecek güçte ve kapasitedir.
3-TPAO’nun
kolu-bacağı kesiliyor.
1979 yılında başlayan ve hiç gerekmiyen, gerekmediği bugün
bile, gün gibi aşikâr olan TPAO’nun yeniden yapılandırılması (!) çalışmaları,
12 Eylül 1980 darbesi sonrası askeri yönetim, daha sonra ise günün hükümeti tarafından tekrar ele alınmıştır. Arthur The
Little adlı bir yabancı kuruluşa, akılda kaldığı kadarıyla 3 milyon dolar gibi
bir para ödenerek “ Git , şu TPAO’nun yapısını bir incele, gereken çalışmayı
yap, nasıl daha feasable(!!!!) olabilir, bize bildir, biz de ona göre hareket
edelim.” denilmiş, böylece ‘ kuzu kurda teslim edilmiştir.’ Adı geçen firma “
Gelir getiren rafineri, boru hatları, gemi taşımacılığı, gübre sanayi,
petrokimya gibi gibi üniteleri yapıdan ayıralım, onları özelleştirerek, TPAO’yu
daha feasable (!!!) hale getirelim.” diye rapor vermiştir.
Böylece kendi bilgi, tecrübe ve projeleri ile bu ülkeye 3
rafineri, 1 petrokimya tesisi kazandıran ve Genel Müdürlük binasında sadece bir katın
yarısını işgal eden Rafineri Grup
Başkanlığı, TPAO’dan sökülerek alınmış ve TÜPRAŞ kurulmuştur.
Böylece az sayıdaki
personelle çok başarılı işler yapmış TPAO Rafineri Grup Başkanlığı birden Genel
Müdür, Genel Müdür Yardımcıları, Yönetim Kurulu , Denetim Kurulu ve Grup
Başkanlıkları halinde kadrosu çoğaltılarak feasable(!!!) hale getirilerek
TÜPRAŞ adını almıştır.
Yine az sayıdaki kadrosu ile Batman-Dörtyol,
Kırıkkale-Dörtyol ve Irak-Yumurtalık Boru Hattı’nı yapan ve Genel Müdürlük
binasının yarım katını işgal eden Boru Hatları ve Petrol Taşıma Grup
Başkanlığı da TPAO’dan kopartılarak
alınmış ve BOTAŞ adını almıştır. Botaş’ta da Tüpraş’daki gibi yapılanma olmuş
Botaş da daha ‘feasable (!!!)’ hale sokulmuştur.
TPAO’yu daha ‘fesable !!!!’ hale getirmek isteyen askeri ve politik
kişiler, acaba şöyle düşünebilirler
miydi? “ Bizler bu konunun yabancısıyız. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek
yok. Bunu en iyi şekilde öğrenmek için,
TPAO benzeri, dünyaca tanınmış, Esso, Amoco, Mobil, Shell, Bp gibi büyük petrol şirketlerinin organizasyon
yapılanmasına bir bakalım aradaki farkı görelim
ve ona göre davranalım.”
Böyle düşünüp bir araştırma yapsalar veya yaptırsalardı,
arada bir fark olmadığını, onların da aynı TPAO gibi, gelir getiren rafineri,
boru hatları, taşımacılık gibi unsurları aynı yapı içinde tuttuklarını görüyor
olacaklardı. Belki de görmüşlerdir, kim bilir?
Böylece TPAO’nun
parçalanarak daha feasable hale konması konusunda
kararlı olanlar “Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışmışlar, ancak keşfedememiş-lerdir.”
Bindikleri geminin hazinesini kaybetmiş
olarak ülkelerine geri dönmüş, üstelik
Dimyat’a pirinçe giderken, eldeki bulgurdan da olmuşlardır. TPAO’yu kolsuz, bacaksız ortada bırakarak “
hadi bakalım adım at, yürü, biz de bir görelim” demişlerdir. Bununla kalmamış,
bütün bu olup bitene rağmen yürümeye ve adım atmaya başlayan TPAO’ya müdahale
ederek, “ istediğin gibi yürüyemezsin, benim istediğim gibi yürüyeceksin”
demişlerdir.
Eğer bu ülkede petrol
bulunma umudu varsa, bu umudu büyük ölçekte gerçekleştirebilecek bir kurumun, teknik
kapasitesi yüksek (bireysel olarak), bilgi ve tecrübesi ile dünya
standartlarında olan, ekipman yönünden zengin ve en önemlisi “şirketim,
dolayısıyla ülkem için çalışıyorum”
düsturu ile gönülden çalışan insanların var olduğu TPAO’nun olabileceği
gerçeğinin görülmediği, ya da
görmezlikten gelindiği üzücüdür.
Bu sonuçtan TPAO’nun ve ülkenin çok şeyler kaybettiği, aradan geçen zaman içinde, petrolle ilgili herkes için,
çok iyi bir şekilde anlaşılmıştır. Bu nedenle günümüz (2009) TPAO
yönetimi tekrar eski yapılanmaya dönmek için projeler hazırlamaktadır. Ancak bu
o kadar kolay olacak gibi gözükmemektedir. Bugün İpraş gibi bir rafineri kurmak
isterseniz 15-18 milyar dolar, bir
Petkim için 10-15 milyar dolar harcamanız gerekecektir.
3-TPAO-Politika ve
Şirket Kültürü’nün Yok Edilmesi
Eskiden, TAPO’da yeni
bir yönetici atanırken, ‘ ya bu olur, ya
da şu olur’ denirdi. Ve tahminler hep tutardı. Çünkü askeriyede olduğu gibi,
TPAO’da da üst ve alt yönetim kadroları, kıdem- tecrübe ve liyakat esasına göre terfi ederlerdi. Herkes kıdem ve
tecrübe esasında haddini gayet iyi bilirdi. Bilinirdi ki, 7 yıl geçmeden baş
memur, 12 yıl geçmeden şef, 5 yıl geçmeden kıdemli yerbilimci, 15 yıl geçmeden
proje yerbilimcisi olunmaz (Günümüzde ise siyasi destek ve istek ile bir gecede
herşey olunabilir. Bir gün önce, işleri ciddi yapmadığı için azarlanan, bir gün
sonra amir olabilir ve bir gün önceki
yediği azarın intikamını rahat bir şekilde alabilir.)
“Siyasetin girmediği devlet kurumu yoktur.” derler. Bu
anlamda siyaset TPAO’ya girmiş ise de bu
zor farkedilirdi. Öylesine hayret
verici, ‘vay vay bak şu, şu olmuş, olacak şey değil’ diyecek değişikler görülmezdi.
ta ki 1990 yılına kadar.
Siyasetin TPAO
yönetimine ve poltikasına tam anlamıyla karışması
ile bütün bu liyakata ve tecrübeye dayanan kültürel düzen alt üst oldu. Bir gün
önce üstünden emir alan kişiler, ertesi gün aradaki yaş, kıdem ve tecrübe
açısından kendisinden çok ötede olan amirlerine emir verir ve projeleri yönetir
oldu. Kişilikleri tam yerleşmemiş yerbilimcilerin ve teknik adamların bir kısmı
işi-gücü bırakarak, makam uğruna siyasetçi peşinde koşar oldular ve bu konuda başarılı da oldular.
Yıllarını şirkete
vermiş sevilen ve sayılan yönetici bir duayen ağabeyimiz verdiği emeklilik kararını “ Şirkette kasaplar
terziliğe, oto tamircileri kuaförlüğe soyundu. Üç günlük bir adam, ablası
bilmem kimin sekreteri diye bir gecede genel müdür muavini oldu. İlk yaptığı iş
, sürekli işe geç geldiği için kendisinden savunma isteyen grup başkanı ile
uğraşmak ve onu emekli etmek oldu. Mesleği
yerbilimci olan arkadaşlar, makam-mevki uğruna büyük kulisler yaparak,
meslek değiştirdiler. Hiç anlamadıkları işlerin başına planlamacı, makineci ve ikmalci olarak geçtiler. Bundan böyle şirket
zor adam olur. Siyaset, işte şimdi şirkete tam olarak girdi. Artık daha fazla
rezil olmadan, çoluk-çocuğun eline kalmadan, onurumuz zedelenmeden huzur içinde emekli olmak istiyorum.” şeklinde
açıklamıştı.
Bu onur kırıcı
ve ters duruma dayanamayan bir çok yerbilimci ve petrolcü şirketten
ayrılıp, dünyaca tanınmış şirketlerde iş bularak dünyaya dağıldılar. Yurtdışında iş arayan yerbilimci ve petrolcüler için ‘TPAO’dan
geliyorum’ referansı kabul görür. Şu an
Türkiye enerji sektöründe faaliyet
gösteren özel şirketlerin bir ve iki numaralı
yöneticilerinin hemen hemen tümü TPAO kökenlidir. “ Siyasetci eğer gücü
yetiyorsa özel sektöre bir kişi soksun bakalım.” deyişini anımsayarak, Türk
enerji sektöründe söz sahibi olan TPAO kökenlilerin bir benzerlerinin
yetişmesinin uzun yıllar alacağının da burada belirtilmesi gerekmektedir. Bu
kişiler, halen bütün gönülleri ile
TPAO’nun kurumsal kimliğine aşıktırlar. Zaten TPAO kurumsal kimliği onlara onur
ve şeref vermektedir.
Sektörde ‘amiral gemisi’ olan TPAO, bir okul gibi(ydi)dir.Yerbilimcilerinin
sayısı 300’ e yakındır. Değiştirilen şirket kültürü, atamalardaki
yandaşlık, eğitim ve sosyal etkiler
nedeniyle şirketi kuran büyüklerin sağlam bir şekilde tesis ettiği ‘şirket
kültürü’, yok olmaya doğru gitmektedir. Yerbilimciler arasındaki ilişkiler eskisi gibi değildir.
“ Herşeyi ben daha iyi bilirim” zihniyetine sahip, özellikle
burslu olarak yurdışında okuyarak geri gelen yeni yerbilimci nesilin tutumları da
bir sorun olarak gözükmektedir. Büyük-küçük, kıdemli-kıdemsiz, tembel-çalışkan,
ceza-takdir değerlendirmesinin ortada olmadığı
gözlemlenmektedir. Çalışan ve çalışmayan aynı ücreti almaktadır.
Aramacılıkta ‘burada kuyu açılacak kararını’ veren olgunlaşmış,
tecrübeli, danışman mertebesindeki bir çok yerbilimci , yukarıda anlatılan
nedenlerle, küstürülmüş, hepsi kendi köşelerine çekilmiş, emekliliklerini
beklemektedirler.
İşgücü ve teknik bilgi birikim kaybını varın siz düşünün.
(Kısaca) Genel
Müdürler ve TPAO
Yakın zaman içinde atanan ve öncesi yaşamında petrolcülükle uzaktan yakından hiç bir
alakası olmayan, ancak iyi niyetli olan
bir genel müdür, kimin etkisinde kaldı bilinmez(!), bizleri hayrete düşüren şu
açıklamayı yapmıştı. “ 40 yaşını aşkınlarla
bizim işimiz yok, ben onlarla çalışmam. Gençlere yol vereceğim.” Bugün dünya piyasasında, genç petrolcü ve
yerbilimciler çok zor iş bulurken, kıdemli ve tecrübeli olanları hemen iş
bulabilmektedir. Sanırım, bugün o da hatasını anlamıştır, ama ne çare; TPAO
daki olgunlaşmış teknik zirve, büyük erozyona uğrayarak, tepeden aşagıya, yamaçlara
doğru kaymış, telafisi zor bir yıkıma
uğramıştır.
Siyaseten dışarıdan
atanan ancak diploması yerbilimci olan bir eski genel müdür ise;
Arama Grubu günlük
kuyu toplantısına katılmış, orada bulanan herkesi güldüren ve aynı zamanda da
hayrete düşüren şu cümleyi kullanmıştı; “ Madem kuyuda 1800 metrede yapılan
testlerde su geldi, bunu hemen DSİ’ye bildirelim.” Gelen su ise formasyondan
gelen fosil suyu idi ve yapılan bu büyük gafı en acemi petrolcü ve yerbilimci bile yapmaz idi. Toplantı bitiminde koridorda karşılaştığım bir
yerbilimci arkadaşım, “ Ne günlere kaldık. Konudan haberi yok. Gel de şimdi bu
adamın altında çalış. Adam benim ondabirim kadar petrolcü değil.” demişti.
“Yıllardır, kol
kırılmış yen içinde kalmış.Herkes birbirini korumuş kollamış. Ama bundan sonra herkes TPAO’da neler olup
bittiğini görecek ve öğrenecek” diyecek kadar TPAO’ya yıllardır haset ve kıskançlıkla bakan aynı genel müdür,
koridordan geçerken kapısı açık olan bir odanın içinde masasında oturan bir
çalışan görür, geri döner ve hiddetle
şöyle der: “ Sen benim kim
olduğumu bilmiyor musun? Ben genel müdürüm. Niye beni görünce ayağa kalkmadın?”
Yukarıda anlatılanlar, sizlere
komik, basit ve anlamsız
gelebilir. Yazının genel temasını
bozacak bu basitliğin burada ne yeri var diyebilirsiniz. Bu ve benzeri çokça yaşanan
bu anekdotlar, TPAO’nun yıllardır, ne tür karakterler tarafından yönetildiğini, daha iyi anlamanıza neden olabilir.
Bakanlık ve TPAO
ETK Bakanlığı’na 15 adet genel müdürlük ve kuruluş bağlıdır.
Sayın Bakan bu kadar kuruluşa ne kadar zaman ayırabilir, TPAO’yu ne kadar
anlıyabilir, nasıl vakit bulur da
TPAO’nun son dere acil, önemli ve stratejik sorunlarına ne
kadar zaman ayırabilir?
TPAO, “ altın çağını” günlük 80.000 üretim rekoru ile devlet
bakanlığına bağlı iken yaşamıştı. Devlet bakanı TPAO’yu sıkı sıkı takip eder,
personel hareketlerine hiç karışmaz,
TPAO’nun iç dinamiklerini rahat bırakır ve onlara güvenirdi.
Bugün, Araştırma Merkezi Daire Başkanı, 300 yerbilimci kadrosuyla şirketin can damarı
olan Arama Daire Başkanlığına 1.5 yıldır
vekalet etmektedir. Böylece iki daire başkanlığını aynı anda yürütmektedir.
Diğer yandan Üretim Daire Başkanlığı gibi önemli bir ünite 1 yılı aşkın
vekaleten, Batman Bölge Müdürlüğü ve Alternatif Enerjiler Daire Başkanlığı 1.5
yıldır tedviren, Strateji Daire Başkanlığı ise 1 yılı aşkın süredir tedviren
yönetilmeye çalışılmaktadır. Hiyerarşik düzeni
daha da bozacak, onur kırabilecek bu bekletme, camiada merak sebebidir.
Kim, kime güvenmiyor? Niye güvenmiyor? Güvenmiyor ise niye
hala insanlar o makamlarda yarı yetkili görünüyor? Bu makamlara TPAO dışından
insanlar mı
atanacak, onun için mi bekleniyor?
Diğer yandan görevini ve makamını kişişel amaçları için
kötüye kullandığı resmi belgelerle kanıtlanmış bir daire başkanının,
belgeli skandallara imza atmış bir diğer
daire başkanının ve pejmürde kıyafeti, zayıf bilgisi ve uluslararası bir yemekte
kaşık kullanmadan çorba kasesini ağzına götürüp, hüüp diye çorba içerek TPAO’yu
iyi temsil etiğine inanan(!) kişinin genel müdür muavinliği ise bir gecede çıkmıştır.
“ Ben bakan değil miyim? Sen bana bağlı değil misin? Sana
emrediyorum. Orada bir kuyu açacaksınız. Madem her açtığınız kuyudan petrol
çıkmıyor. Bir de benim hatırıma bir boş kuyu açsanız ne olur? Yörenin
siyasetçileri beni yedi bitirdi, bir kuyu açın diye.” Bu sözler, MTA’nın kömür sondajı yaptığı
sırada 1300 metrede bir petrol kolonu kesmesi ve bunun basında yer alması üzerine,
ETK Bakanının TPAO Arama Grup Başkanına söylediği sözlerdir. Arama Grup
Başkanı “ Efendim, petrol aramacılığında
bir günde petrol kuyusu açalım kararı verilemez. Ben talimatınızı anladım.
Hemen oraya jeolog arkadaşlarımı saha
çalışmaları için göndereceğim. Akabinde en kısa süre içinde sismik çalışma
proğramı yapıp, sismik değerlendirmeyi yaptıktan sonra burada en kısa zamanda bir kuyu açacağız.”
demesi üzerine yukarıdaki sözleri sarfetmiştir. Ancak bakan ikna olmamış, aldığı cevaptan
rahatsız olmuştur. Sayın bakan şunu bilmeliydi ki, bu fakir ülkede ( zengin de
olsa farketmez) “Hatıra binaen 2 milyon dolar harcanarak boş kuyu açılmaz”
Grup başkanının görevinden alınmasının bir nedeni de budur.
Eğer grup başkanı “Tamam efendim, emriniz olur.” deyip en az 2 milyon dolarlık
bir harcamayı yapıp kuru-muru bir kuyu açsa idi, ondan iyisi olmayacak ve şu anda görevine devam ediyor olacaktı.
Burada iki önemli nokta göz önünde bulundurulmalıdır; 1-
Yerel siyasetçinin petrol gibi bilmediği bir konuda gereksiz ısrarı ve bakanın
da “uzmanın işini uzmana bırakalım”
dememesi, 2- Hesabı-kitabı yapılmadan Bakan’ın 2 milyon dolar gibi bir parayı
ağzından çıkan tek kelimeyle
harcattırıyor olması ve son derece teknik ve önemli bir şirketin, basit bir
kasaba politikacısına ezdirilmesi. Bu kadar basit mi?
Petrol Aramacılığında Show
‘Petrolcülükte önce sessizlik, bilgi saklama sonra keşif,
en sonra bunun reklamı gelir.’ derler.Halbuki, kiralanan sondaj gemisi
Çanakkale Boğazı’dan geçerken ayrı, İstanbul Boğazı’ndan geçerken ayrı, vardığı yerde ise ayrı törenlerle
karşılanıyor, demeçler veriliyor, TV’lere çıkılıyor, gazetelerde manşetlerde
olunuyor
Bakan ve ilgililer TV’lere çıkıyorlar “ Karadeniz’de bilmem şu kadar milyar varil petrol
potansiyeli var.” diyorlar. Halk
haberdeki “potansiyel” i atlayarak veya anlamını bilmediğinden “var”
olarak algılıyor ve ‘petrol içinde yüzeceğiz’ umuduna kapılıyor. Sonra biri
çıkıp ta “ Sayın bakanım, bir süre önce şöyle şöyle umut dağıtmıştınız. Sonuç
ne oldu?” diye sormuyor, sorsa da bakan gayet politik bir konuşma yapıyor ama
bir şey anlatmıyor.
Bu ülkenin petrol varlığını ulusal kuruluş TPAO ispat
edecektir.
Başarıyı hepimiz
istemiyor muyuz?
Politikacı TPAO’yu niye rahat bırakmıyor? Niye herşeyine
müdahale ediyor, yöneticilerini ürkek
yapıyor, liyakat, kıdem ve tecrübe esasına bakmazsızın yönetim ve alt kadro atamalarını yapıyor?
Türkiye’nin güzide ve
en stratejik öneme haiz kuruluşu olan TPAO kendisine verilen son derece teknik ve zor görevlerin üstesinden rahatlıkla
gelecektir. Yeter ki onu rahat bıraksınlar, kendi yağında kavrulsun.
“ Siyaset petrolü
değil, petrol siyaseti belirler.”
Halit Edip Özcan // Ankara, 12.06.2009